Tüm Haberler

Haberler bizde…

Dolandırıcılığın sınırı yok!

Niğde’nin Bor İlçesi’nde bir kadın, bankadan çektiği 200 YTL yaşlılık maaşını dolandırıcıya kaptırdı. Alınan bilgiye göre, Paşa Camii yanındaki Ziraat Bankası’ndan saat 10.30 sıralarında yaşlılık maaşı olan 200 YTL’yi çeken M.K. adlı kadının yanına yaklaşan şahıs, çocuğunun kaza geçirdiğini ve yanında Türk parası olmadığı için değeri 530 YTL olan 500 Peru Nuevosu’nu 200 YTL karşılığında değiştirebileceğini söyledi.

Karlı bir takas yaptığını düşünen M.K., daha sonra Peru parasının değerinin çok düşük olduğunu öğrenince durumu polise bildirdi. Polis, yaşlı kadının maaşını alan dolandırıcıyı arıyor.

Ağustos 10, 2008 Posted by | İçanadolu | , , , , , , , , , | Yorum bırakın

İşte Dünya’nın en kirli şehirleri

Blacksmith Enstitüsü’nün hazırladığı listede, bir dönem kimyasal silahların üretildiği Rusya’daki Dzerzhinsk ve Zambiya’da bakır madeni bölgesi olan Kabve kasabası gibi yerler bulunuyor.



Enstitü dünyada çevre kirliliğinin 1 milyar kadar kişiyi hasta ettiğini bildirdi. Enstitünün başkanı Richard Fuller, çevre sorunlarının, gelişmekte olan ülkelerde ölümlerin yüzde 20’sine yol açtığına dikkati çekerek, söz konusu yerlerdeki zehirlerin, buralarda yaşayanları kanser, akciğer rahatsızlıkları ve zihinsel engelli çocukların dünyaya gelmesi gibi problemlerle karşı karşıya bıraktığını söyledi.

Rusya’da, Soğuk Savaş döneminde Sarin ve hardal gazı gibi kimyasal silahların üretildiği merkez olan Dzerzhinsk kentinde ortalama yaşam süresinin erkeklerde 42, kadınlarda 47 yıl olduğu, Kabve’de de bir çocuğun kanındaki kurşun oranının ABD’de normal kabul edilenden 5 ila 10 kat fazla olduğu belirtildi.

Enstitü, listenin hazırlık aşamasında 300 bölgenin incelendiğini, gelişmekte olan ülkelerde sağlıkla ilgili kayıtlara ulaşılamadığı için en kirli 10 yerin sıralamaya sokulmadığını açıkladı.

Listede yer alan yerler şöyle:
Çerbonil-Ukrayna
Dzerzhinsk-Rusya
Haina-Dominik Cumhuriyeti
Kabve-Zambiya
La Oroya-Peru
Linfen-Çin
Mailuu Suu-Kırgızistan
Norilsk-Rusya
Ranipet-Hindistan
Rudnaya Pristan-Rusya

Kaynak:www.ntvmsnbc.com

Ağustos 9, 2008 Posted by | Gezi | , , , , , , , , , , , , , , , , , | Yorum bırakın

Ünlülerin tatil önerileri

Ünlülerin gezi önerilerinin toplandığı ”Nereye gitmeli?” adlı kitapta, tatile çıkacaklara farklı alternatifler sunuluyor. Gazeteci-yazar Melih Uslu’nun 7 yıl boyunca 25 bin 587 kilometre yol kat ederek yaptığı 150 röportaj arasından seçtiği, 60 ünlünün 360 seyahat önerisinin yer aldığı kitap, tatile çıkacaklara yol gösteriyor.

Sinema ve ses sanatçısı, müzisyen, tiyatro oyuncusu, arkeolog ve gezgine kadar birçok ünlünün gezi önerilerinin yer aldığı kitap, tatili nerede geçireceğine henüz karar veremeyenlere ışık tutuyor. Sanatçı Hülya Avşar, Türkiye’de tatil yapmaktan en çok keyif aldığı ve kendini en iyi hissettiği yerin Ayvalık olduğunu, denize girmekten hoşlandığı yerin ise Ayvalık’a bağlı Küçükköy beldesindeki dünyaca ünlü Sarımsaklı Plajı olduğunu belirtiyor.

Yazar Orhan Pamuk, faytonları, nal ve çıngırak sesleriyle ünlü Heybeliada’nın ruhunu dinlendirmek isteyenler için en ideal tatil yeri olduğunu, özellikle tatilini sonbahara bırakanların mutlaka burayı tercih etmesi gerektiğini ifade ediyor. Pamuk’un, bir başka tatil önerisini ise doğu illerinden Kars oluşturuyor.

Müzisyen Mercan Dede, ”doğanın sesi dışında başka hiçbir sesi duymak zorunda kalmayacağınız bir tatil adresi” dediği Kapadokya’yı öneriyor. Dede, Kapadokya’da hem fiziksel hem de ruhsa enerji depolanabileceğini belirtiyor. Gazeteci Ayşe Arman’ın Avrupa’daki tatilinde favorisini Prag ve Roma oluşturuyor. Peru, Arjantin, Nepal, Küba, Maldivler, Tanzanya ve Alaska da Arman’ın tatil adresleri arasında yer alıyor. Oyuncu Berna Laçin, Antalya’nın batısındaki Çıralı yakınındaki Olimpos’un Türkiye’nin en güzel kumsalı olduğunu savunuyor.

Laçin’in yurt dışı tatil önerisinde İtalya ve Londra yer alıyor. Tiyatro sanatçısı Müjdat Gezen’in tatil seçeneğinde ”Orayı tanımadan İstanbul’u tanımış olmazsınız” dediği doğum yeri Fatih, yine tiyatro sanatçısı Gülriz Sururi’nin tatil seçeneğinde ise liste başını Bodrum ve Datça alıyor. Gazeteci Stelyo Berberakis Yunan Adaları, şair Küçük İskender Beyoğlu, Cihangir, Amsterdam, araştırmacı-yazar Sunay Akın ”dünyanın en lezzetli mezeleri orada” dediği, farklı dinlerin ve kültürlerin bir arada yaşadığı mozaik kenti Antakya’yı öneriyor.

UZMAN BAKIŞ

Kitabın ”uzman bakış” bölümünde ise ünlü gezginler, arkeologlar ve dağcıların gezi önerilerine yer veriliyor. Buna göre, profesyonel dağcı Nasuh Mahruki’ye göre, Türkiye’nin doğusunun özel bir yeri var. Ağrı Dağı, Adıyaman, Şanlıurfa, Midyat, Van ve Tunceli, gezilip görülmesi gereken yerler arasında bulunuyor. Gezgin, yazar ve otel işletmecisi Sevan Nişanyan, 30 yıldır seyahat eden bir kişi olduğunu belirterek, tatilcilere Şirince, Selçuk, Efes ve Didim’i öneriyor.

İRAN DA VAR

Gazeteci-yazar ve profesyonel turizm rehberi Özcan Yurdalan, yurt dışı tatil düşünenlere ”Aşkın ve şiirin ülkesi” dediği İran’ı öneriyor. Yurdalan’a göre, İran’ı görülmeye değer kılan, yeryüzündeki tüm kültürleri hızla tek tipleştiren kürselleşme sürecine rağmen özgün karakterini korumaya direnmesi oluşturuyor. Yurdalan’a göre, İran, kadın turistler için sanıldığından çok daha güvenli. Çünkü kentli kadınlar, gecenin geç saatlerine kadar sokaklarda gezebiliyor. Fransız gezgin Claire Goubert ise tatilcilere dünyada gezilecek yer olarak Mısır, Tunus, Cezayir, Fas, Senegal, Karayip Adaları, Türkiye’de ise Efes, Bodrum, Gökova, Datça, Marmaris, Dalyan, Fethiye ve Göcek’i öneriyor.

Ağustos 8, 2008 Posted by | Gezi | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , | Yorum bırakın

Görülmeye değer şelale

771 metre yükseklikten dökülen şelalayi görüntülemek isteyen gazetecilerse ancak zorlu bir yolculuğun ardından bu doğa harikasına ulaşmayı başarabildi.

Bir Alman kaşifin Peru’nun balta girmemiş ormanları içinde 2002 yılında gerçekleştirdiği gezi eşi bulunmaz bir keşifle son buldu.

Peru’nun Amazonas bölgesinde tehlikeli bir yolculuğu göze alarak tek başına keşfe çıkan Stefan Ziemendorff, dünyanın en yüksek 3. şelalesini keşfetti. Ormanın derinliklerinde bulunmasından dolayı, ulaşılması son derece zor olan bu şelale hakkında anlatılan pekçok efsanenin gerçek olduğu da böylece kanıtlanmış oldu.


2002’de şelaleyi tek başına keşfeden Ziemendorff , bu defa bir grup gazeteciyi ve kameramanı bu doğa harikasına ulaştırdı. Gazetecilerden oluşan ekip çetin bir coğrafyada günler süren zorlu yolculuğun ardından kendilerini 771 metre yükseklikten dökülen şelalenin karşısında buldu. Gazeteciler eşine az rastlanır bu doğa harikasını ilk görenler arasında olmanın keyfini şelaleyi uzun uzun görüntüleyerek çıkardı

972 metreden dökülen dünyanın en yüksek şelalesi Venezuela’da bulunuyor. İkinci en yüksek şelale ise Güney Afrika’daki 948 metre uzunluğundaki Tugela şelaleleri.

Ağustos 8, 2008 Posted by | Gezi | , , , , , , , , | Yorum bırakın

İnka uygarlığına ait sır aralanıyor

Peru’da yapılan arkeolojik kazılarda ilk kez arkeologlar tarafından, İnka uygarlığı öncesi dönemlerde tanrılara insan kurban edilmesinde kullanılan ve “Tumi” diye adlandırılan bıçaklar bulundu.

Tumi bıçağı Peru’nun ulusal sembolü. Tumi bıçakları altından yapıldığı için, mezar soyguncularınca yağma edildiği belirtiliyor

Temmuz 31, 2008 Posted by | Diğer | , , , | Yorum bırakın

Kariyercilere Zidane önerileri

Fransız futbol yıldızı Zidane’ın rakibine kafa atıp kırmızı kart görerek kariyerini sonlandırması üzerine harekete geçen iş hayatı uzmanları, faydalı bir rehber hazırladı. BBC Fransa’nın futbol kahramanı Zinedine Zidane, Dünya Kupası finalinde ‘vurucu’ bir hareket yaparak meslek hayatını sonlandırdı. Siz de görev yerini unutulmayacak biçimde terk etmek isterseniz işte öneriler:

1. Veda konuşmanız, Zidane’ın kafası etkisi yapsın. Gizli ilişki, yolsuzluk gibi bildiğiniz ne varsa, veda konuşmanızda ortaya dökün. Hangi sırma saçlının saçlarının aslında peruk olduğu, kimin şirkete fatura ettiği harcamaları şişirdiği gibi ‘hoş’ detayları da atlamayın. Ortamın buz kestiğini hissedeceksiniz ama emin olun bu metin sizi unutulmaz kılacak.

2. Arkanızdan gelenin başına bir bela sarın. Mesela George W. Bush’un personeli görevi Clinton’ın tayfasından devraldığında, Beyaz Saray’daki klavyelerin tümünde ‘W’ harflerinin sökülmüş olduğunu gördüler. Strateji Ofisi’nin (Office of Strategy) adı da Bush’un yanlış telaffuz ettiği şekliyle ‘Office of Strategerie’ yazılmıştı.

3. ‘Eğer David Beckham, İngiltere milli takım kaptanlığını bıraktığında ağlayabiliyorsa ben de ağlarım’ diye düşünmeyin. Sakın ağlamayın. Bir ofiste hiçbir şey, duygu belirtileri göstermek kadar korkutucu olamaz. Açık ofis düzeni bunun için yapılmadı.

4. İkinci ayrılık konuşması. Parıltılı kariyeriniz üzerine, sonsuz uzunlukta bir konuşma yapın. Sakar bir fotokopiciyken nasıl ilerlediğinizi, yıllar önce ayrılan, kimsenin tanımadığı insanlar hakkındaki sıkıcı anekdotları uzata uzata anlatın. Durmadan konuşun, bu sizin son gününüz. Ne yapabilirler ki? Sizi kovacaklar mı? Onları yeterince dinlediniz, artık sıra sizde.

5. Tasmanızı (işyeri kimlik kartı) herhangi bir yerde rastladığınız en çılgın serseriye teslim edin. Ona nereden bedava kahve alıp, dost canlısı insanlarla tanışabileceğini tarif edin.

6. Veda geceniz ne kadar iyi geçerse geçsin, içkinin etkisiyle 20 yıldır katlandığınız insanlara ‘Seni seviyorum’ deme gafletinde bulunmayın.

7. Size gönderilen veda kartına bakarsanız, orada her zaman kocaman bir imza ve hiç adını duymadığınız birilerinin isimlerini görürsünüz. Onların kim olduğunu bulun ve içki içmeye çağırın. Ne de olsa onlar size kart yollayan samimi arkadaşlarınız. Bu hareket, onların ödünü patlatacaktır.

8. İş arkadaşlarınızın en mahrem sırlarını öğrenip onlara mail atın ve bildiklerinizi bütün şirkete yaymakla tehdit edin. Alacağınız veda hediyelerinin miktarı giderek artacaktır.

9. Ayrıldığınız gerçeğini reddedin ve sonsuza kadar orada olacakmış gibi davranın. Bu onları sinir edecektir.

10. ‘Çıkış’ mülakatı. Bu, 20 katlı binanızın en üst katında ikamet eden ‘insan kaynakları’ takımına uzun süredir söylemeyi beklediğiniz şeyleri söyleme anıdır, değerlendirin.

Kaynak: BBC

Temmuz 28, 2008 Posted by | Diğer | , , , , , , , , , , , , , | Yorum bırakın

Öküz gibi yaşamak !

Akşam yazarı Engin Ardıç laik ve anti laik kesimin birbirlerine olan bakış açılarını eleştirdi. Öküz gibi yaşamak yazısıyla Ardıç tarafların nasıl saçmaladığını hayattan bazı örneklerle izah etti.

Yazı: Engin Ardıç
Kaynak: http://www.aksam.com.tr  

-Bazı arkadaşlar var, Müslüman bunlar ama ‘çağdaş yaşamı’ da keşfettiler ve sevdiler. Eh, bunda ceplerinin para görmesi de etkileyici oldu.

Bu yüzden ‘laik’ çevrelerde alay konusu oluyorlar, ‘aaa bak, espresso da içiyor yamyam’ gibilerden, dinci çevrelerde de kendilerine ‘hain’ gözüyle bakılıyor, ‘Müslüman adam gavur kahvesi içer miymiş canım’ yaklaşımıyla…

İki taraf da saçmalıyor, çünkü bakınız yanılgı nereden kaynaklanıyor:

Genç Osmanlılar’ın ve onların çocuğu İttihatçılar’ın çağdaşlığı yalnızca bir anayasa sorunu olarak görmeleri gibi… Kemalistler’in çağdaşlığı, memur oldukları için, şapka giymek, tıraş olmak, kravat takmak sanmaları gibi… Yaşama biçimini doğuran temellere bakmıyoruz, ‘göstergeleri’ üzerinde tartışıyoruz.

İslam kültürü, bilime sırtını çevirdiği için teknoloji üretemedi, bu yüzden de gelişen teknolojinin sürekli yarattığı ve yenilediği yaşama biçimlerine uyum sağlayamadı. Ve de tren kaçtı, yakalanamaz. Dubai’ye en yüksek, en görkemli, en pahalı kuleyi dikseniz, o gene keferenin ‘betonarme inşaat tekniğiyle’ yapılacaktır. ‘İslami mimari’ artık bir çizgi meselesidir yalnızca. Estetik bir sorundur. Bir ‘İslami statik hesabı’ yoktur ve olamaz. Bir İslam matematiği, İslam fiziği, İslam kimyası yoktur. Su, Fransa’da da, İran’da da yüz derecede kaynar.

Bunu Batı dünyası başardığı için de, ‘çağdaş yaşamı’ belirleyen o kültür oldu. Bu da zaman içinde hep değişkenlik gösterdi.

Örneğin 2006 yılında değil de 1706 yılında yaşayan bir Batılı olsaydık, kafamızda çok uzun perukalarla, ayağımızda apartman topuk ayakkabılarla ve sırtımızda dantelli gömlekle gezecektik. Atatürk ilkelerine son derece aykırı!

Günümüzde şapkanın ‘hiç modası yok’, şöyle Humphrey Bogart tarzı eski usul bir fötr giyene deli derler, giymiyorsunuz… Oysa giymemekle ‘Atatürk devrimlerinden’ birini çiğniyorsunuz! Pis sakal modası var, her sabah tıraş olmamakla ‘memur kalıplarına’ hiç de uygun davranmıyorsunuz!

Ama bunu siz yapınca ‘günün trendlerine’ uygun sayılıyor, dinci yapınca, pis gerici.

Bir İslam teknolojsi doğmadığı için bir ‘İslam çağdaşlığı’ da doğamadı. Dolayısıyla, o yaşama biçimi geri görünüyor. ‘İthal’ her tür davranış da ileri sayılıyor.

Bu yüzden, futbol oynayan imamlarla ‘modern imam’ diye dalga geçiliyor, Hakan Şükür’ün ‘mütedeyyin’ bir adam olması da, ‘bunlar top oynamayı Hazret-i Hüseyin’in kellesiyle oynamak kabul ederler’ basitliği ve önyargısı yaygın olduğu için tuhaf karşılanıyor. Bilgisayar kullanan dinci yadırganıyor. ‘Kıbleyi gösteren saat, ezan okuyan cep telefonu’ gibi buluşlar alay konusu ediliyor.

Batıya tepki duyan dinciler de, Müslüman hayat tarzını ille ‘öküz gibi yaşamak’ sanıyorlar!

İslam’da alkol yasak, kahve değil. Spor serbest, hatta günde beş vakit namazla teşvik de ediliyor. İyi giyinmek, güzel kokular sürünmek yasak değil, tam tersine peygamber sünneti.

Kavga, o kokunun şişesinin üzerinde bir ‘kefere markası’ yazmasından çıkıyor. Buna kızan dinci, gidiyor cami avlusundan burun direği kıran ‘hacıyağı’ alıyor.

Bir ‘Osmanlı tıraş losyonu’ üretildi de sürmedik mi? Markası ‘Airbus’ değil de örneğin ‘Havakayığı’ olan bir uçağa binmedik mi? Turist bize Türkçe adres sordu da göstermedik mi? Kazık gibi iskemle üzerinde değil de sedirde kaykılıp oturulan bir kahvehane açıldı da gitmedik mi?

Atatürkçü olduğumuz için değil, cüppeyle otomobil kullanılamayacağı için pantolon giyiyoruz. Kredi kartı taşımak sorun çıkaracağı için para kesesi değil cüzdan kullanıyoruz. Bol cepli olduğu için sırtımızda aba değil ceket var. Daha iyi temizlediği için misvak değil diş fırçası kullanıyoruz. Sen bir Müslüman mühendis olarak daha iyi bir şey icat etmiş olsaydın, seninkini kullanırdık.

Tersi de, ‘Arap kültürüne sarılmak’ şeklinde bir ahmaklık. Hadi git, kışın Erzurum sokaklarında entari ve terlikle dolaş da çift taraflı sulu zatülcenpten mevta ol.

Temmuz 23, 2008 Posted by | Diğer | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , | Yorum bırakın

Koca karı ilaçları moda

Isırgan, ayrıkotu, funda yaprağı, hatmiçiçeği, katırtırnağı, pırasa tohumu, meyankökü…

Yıllarca küçümsenen kocakarı ilaçları ve bitkiler tekrar moda oldu. Günümüz insanı tıpkı ataları gibi şifayı yeniden bitkilerde arıyor. Ancak bir farkla. Artık bitkilerle tedavi yapılan yerlere ‘herbal salon’, kocakarı ilacı yapanlara da ‘herbalist’ deniyor. Herbal salonlarında saç dökülmesinden sedefe, sivilceden cilt tüylenmesine kadar pek çok rahatsızlık yüzyıllar öncesinden kalma doğal yöntemlerle tedavi ediliyor. Leyla Çabuk, Türkiye’de bitkilerle tedavi yöntemini kullanan hebalistlerden biri. 362 yıl önce Macaristan’dan İstanbul’a gelen ardından da Ordu’ya yerleşen Çabuk ailesi, tam 7 kuşaktır bitkisel tedavilerle uğraşıyor. Leyla Çabuk, ailenin ‘herbalist’ unvanına sahip tek üyesi. 51 yıldır memleketi Ordu’nun dağlarından toplanan bin bir çeşit bitkiden ilaçlar hazırlıyor. Ona göre insanlar doğal olanın güzelliğini yeniden keşfetmeye başladı. Çabuk, bitkilerle hazırlanan doğal merhemlere ilginin gelecekte daha da artacağını düşünüyor. Çabuk, tıbbi tedavilerle iyileşemeyen hastaları 5-6 seansın sonunda iyileştirmeye başladığını iddia ediyor. Herbalist Çabuk, kendisine en çok saç dökülmesi problemi için hasta geldiğini söylüyor. Tümüyle kel olanlarda bitki merhemleriyle 8 ile 18 aylık süreçlerde yeniden saç çıktığını kaydediyor. Sedef hastalığı ve ciltteki tüylenme ve sivilcelerin de tedavi edilebildiğini aktarıyor. Ayak mantarı ve egzamayı da hastanın başına sürdüğü bir merhemle önleyebildiğini dile getiriyor. Kimseye mucize vaat etmediğine dikkat çeken Çabuk, ‘Sadece bitkilerle tedavi edilebilecek hastaları kabul ediyorum. Yaptığım tek şey kocakarı ilaçları hazırlayıp uygun durumdaki insanlara şifa dağıtmak.’ diye konuşuyor.

Derdine derman için herbalistlerin yolunu tutan vatandaş sayısı ise her geçen gün artıyor. 20 yıldır sedef hastalığıyla mücadele eden Şadiye Özkan (38), ‘Gitmediğim doktor kalmadı. Neredeyse hayata küsmüştüm. Leyla Çabuk’un bitkisel ilaçlarını kullanmaya başladığımdan beri sedef azalmaya başladı.’ diyor. Saçkıran hastalığına yakalanarak saçlarının büyük bölümünü kaybeden Fatih Soylu (26) da bitkisel merhemlerle saçlarının yeniden çıkmaya başladığını aktarıyor. Aynı şikayet nedeniyle 7 yıl önce saçlarını kaybeden Ceren Öztürk, utandığı için eskiden peruk taktığını; ancak bitki ilacıyla artık peruktan kurtulduğunu anlatıyor. Egzamaya yakalanarak yürüyemeyecek duruma düşen 12 yaşındaki Ezginur Sungur da şifayı bitkisel yolla buldu. Ezginur’un babası Hasan Sungur, ‘Yıllarca denemediğimiz tedavi kalmadı. Çok şükür bitkiler sayesinde kızımın egzaması iyileşmeye başladı.’ şeklinde konuşuyor.

Öte yandan uzmanlar, bitkisel tedavinin her hastalığı iyileştirmede kullanılamayacağına dikkat çekiyor. Sırf moda olsun diye bitkisel tedavi programına başlamanın faydadan çok zarar getireceğini belirten uzmanlar, ‘Bitki tedavisi, sadece bazı cilt ve sindirim sistemi hastalıklarıyla uykusuzluk, stres gibi rahatsızlıklar için güvenli bir yöntem olabilir. Bu da gelişigüzel şekilde değil, uzman ellerce gerçekleştirilmelidir.’ uyarısında bulunuyor.

İlaçlar bin bir çeşit bitkiden hazırlanıyor

Leyla Çabuk’un, merhemlerini hazırlarken kullandığı bitkilerden bazıları şöyle: Isırganotu, şalgam ve pırasa tohumları, galdirik kökü, sarımsak, kekik, ayrıkotu, karabaş otu, yaylaçiçeği, taflan kökü, karayemiş, eğreltiotu kökü, yabani lahana, gökçe otu, funda yaprağı, bıttım çekirdeği, hatmiçiçeği, kuş ısırganı, demirhindi, fülfül, alıç, sarı turp, ceviziçi perdesi, meyankökü ve katırtırnağı. Bitkisel tedavi düşünenlerin öncelikle tedavi için güvenilirliğinden şüphe duymadığı kişi ya da kuruluşlara başvurması gerekiyor. Hamile ya da bebek emzirenler için sentetik ilaçlar kadar bitkisel kökenli ilaçlar da zararlı olabilir. Çevreden rastgele edinilen bilgilerle bitkisel ilaç hazırlanması odukça sakıncalı. İlaçlar hazırlanırken mutlaka uzmanından yardım alınmalı.

Zaman

Temmuz 20, 2008 Posted by | Diğer | , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , | Yorum bırakın

7 dünya harikası yok oluyor

Ziyaretçi bolluğu, küresel ısınma ya da doğal afetler yüzünden yedi dünya harikası yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Çoğu ülkenin bu hazineleri koruyacak bir planı ya da bütçesi yok…

Dünyada her zaman var olacağını sandığımız birçok özel mekân kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya. Newsweek International, tehlike altındaki yedi dünya harikasını sıraladı. İşte geç olmadan görülmesi gereken yerler:

Luksor (Mısır): Turizm ve hırsızlığın yanı sıra Nil Nehri mağduru. 40 yıl önce inşa edilen Aswan Barajı, temellerini tehdit ediyor. BM Dünya Anıtları Fonu’nun hazırladığı yenilenme projesi, tapınağın Büyük İskender’den beri gördüğü en büyük tadilat olacak.

Babil (Irak): Kral Nebukadnezar’ın yaptırdığı Mezopotamya’nın en büyük antik yerleşimi, asma bahçeleriyle ünlüydü. Şehrin 20. yüzyılda yeniden ortaya çıkarılan kalıntıları tehlikede. British Museum raporu, Irak’ın Babil’i restore edecek kaynaklardan yoksun olduğunu ve kurtarılması için uluslararası çaba gerektiğini ortaya koydu.

Mercan Üçgeni (Endonezya): 3 binden fazla tür balığın ve 600 çeşit mercanın yaşadığı ekosistem, aşırı avlanma nedeniyle tehlikede. Balıkçıların avlanırken patlayıcı ve zehir kullanmaları balık varlığını tüketiyor, doğal ortama kalıcı zarar veriyor. Deniz suyu sıcaklığının giderek artması da bir diğer etken.

Machu Picchu (Peru): Kendi popülaritesinin kurbanı. Peru’nun en popüler turistik merkezi, her yıl yaklaşık 500 bin ziyaretçi çekiyor. Şehir toprak kaymalarına müsait alanda kurulu ve sürekli yaya trafiği, tarihi taş yapıların temellerini sarsıyor. Turistik yapılaşmanın artması da toprak kaymalarını artırıcı rol oynuyor. Yakın zamanda, ziyaretçi sayısını günde 500 kişiyle sınırlandırıp yılda bir ay ziyarete tamamen kapatarak, hasarın onarılması kararlaştırıldı. Ancak bu önlemler çok geç ve yetersiz olabilir.

Maldivler: 12 bin adadan oluşan Maldivler, küresel ısınma sonucu artan deniz seviyelerinin tehdidi altında. 2004’teki tsunami felaketi şimdiden bazı mercan adalarını yok ederek, ülke haritalarının yeniden çizilmesine yol açtı.
Venedik (İtalya): 452’de kurulan şehir, 100 yılda 1 santimetrelik hızla suya gömülüyor. Ağır nakliye ve yolcu gemilerinin yarattığı dalgalanmalarla batış hızlanıyor. Şehrin yeterli önlem kaynağı yok.

Çin Seddi (Çin): 6 bin 352 kilometrelik duvarın yaklaşık üçte ikisi erozyon ve denetlenmeyen kalkınma sonucu yok oldu. Ancak, 2008 Pekin Olimpiyatları yaklaşırken Çin, korumadan çok ilerlemeyle ilgileniyor.

Kaynak: http://www.milliyet.com

Temmuz 20, 2008 Posted by | Diğer | , , , , , , , , , , , , , | Yorum bırakın